15 Temmuz 2010 Perşembe

ÖRTÜ

   Sanki orada birşey var, tam yüzeyin altında, elini şöyle bir uzatsan tutuvereceğin kadar yakında. Hani yazlığı terkederken eşyaların üzerine örtü serersin ya, işte bizim gördüğümüzde üzerine aslına göre çok mat ve basit bir örtü serilmiş gerçek aslında. Bazen dürter insanı kaldır üzerimdeki örtüyü diye gerçek. Ama mesele bu dürtüyü doğru yorumlamak, ondan kurtulmak için kendine garip meşgaleler icat etmek ya da vakit değerlendirmek adına vakit öldürmek değil. Herkesin bir hobisi olmalı evet bende buna katılıyorum da, bu hobi herşeye rağmen ve herşeyi bize unutturacak şekilde olmamalı bence. Yani diyorum ki; hobilerimiz bizler için bir uyuşturucu olmamalı, hiçbir zaman düşünme melekemizi askıya almamalı. O zaman ne farkı kalır bangır bangır dedikodu yapan magazin programlarından bu hobilerin. Eğer sevdiğimiz bir işi yaparken günlük karmaşalardan uzaklaşıp, hayata ve çevreye başka bir perspektifle bakabiliyorsak ne mutlu. Hobi, insanı günlük rutinden uzaklaştırarak zihni özgür bırakan bir uğraş olabildiği kadar başarılıdır ancak. Her konuda olduğu gibi toplumsal bir uyuşturucu olarak kullanılldığı düşüncesini taşıyorum ben maalesef. Herkes zaman zaman tüm günlük rutinini biryana bırakıp bir değişiklik yaşamalı, bu farklı birşey yapmak olabilir veya hiçbirşey yapmadan kendini dinlemek her nerde olursa. Birşeyler için zorlanmaktan dolayı doğal potansiyelimizi bulamıyoruz hiçbir zaman, aslından uzaklaşmış insan robotlar olduk ne yazık ki. Yaşamak zorunda olduklarımız hep bu soluk örtüyü daha iyi yaymak ve daha güzel sarıp sarmalamaktan başka bir işe yaramıyor maalesef gerçeği. Beynimiz, hayal gücümüz ve hatta zevklerimiz bile birileri tarafından bir kutuya konmuş onların kar edebileceği şekilde yeniden biçimlendirerek sunulmuş tekrar bize. Tabi ya madem bizler birşeyler yaşayacağız eh o zaman bundan birilerininde cebinin dolması lazım muhakkak. Yani diyorum ki; herşeyimizle kuklacılarımızın çıkarına hizmet etmek durumundayız, ama bu durum değiştirilemez değil asla, yeter ki kim olduğumuzu tekrar hatırlayalım. Bizler evrenin en şerefli yaratığıyız ve bize verilen imkanlar aynı zamanda altından kalkılması zor olan sorumluluklar da getirmekte. Şöyle bir durup düşünelim, ben kimim, neyim ve gerçekten ne istiyorum diye. İnanıyorum ki o zaman perde aralanmasa bile hafifçe transparanlaşmaya başlayacak gözümüzde. Kendimi bildim bileli hayatın daha derin bir anlamı ve yaşanması gereken daha başka yönleri olması gerektiğini acıyla hisseden biri olarak eğer sizi bunalttıysam özür dilerim, yine de içimdeki soruları tam olarak anlatamadım ama en azından bu çaresizliğimi birine daha bulaştırma ümidiyle sadistçe bir zevk almadım desem yalan olur bu yazıdan. Öğretildiği gibi değil de hissettiğimiz gibi bir hayat yaşayabilmemiz dileğiyle, tüm insanlığa sevgiler yolluyorum, bu zorlu yolun yolcuları olmaları hasebiyle.

14 Temmuz 2010 Çarşamba

DOĞRU SÖYLEYENİ!............

       Zor şeydir doğruyu söylemek, peşin peşin kabul etmek gerekir sonuçlarını. İpe götürür Alimallah insanı. Sen kimsin ki gerçek hakkında bir fikrin olsun, hele hele birde bunu birileriyle paylaşma cüretini göster. Herhalde ya aklından zoru olmalı insanın ya da dünyayla pek bir alışverişi kalmamış derviş yürekli. Hem birşeyin doğruluğunun ölçüsü nedir ki? Kime ve neye göre doğru? Hadi diyelim kabul görmüş evrensel kurallara göre doğru söylediğiniz, peki ya bu doğrunun hedefi olan kişi acaba bu kuralları sindirebilmiş mi? Ya senin doğrunla onunki örtüşmüyorsa ne olacak o zaman. Tabiki çatışma, sonrasında da ukalalık ve çok bilmişlikle suçlanacaksın, tabi efendim neden sen de herkes gibi başını kuma gömüp çıkarını gözetmiyorsun ki? Valla size birşey söyleyim mi, kimse sevmez doğru söyleyeni, gerçeği böyle katıksız duymayı.......... Ama asıl kahramanlık bu ya, gerçeği eğip bükmeden konuşacaksın, kimseye yalakalık olsun diye üzerinde oynamayacaksın gerçeğin. Sonra birilerine yaranayım derken kendinden nefret etmek var işin ucunda benden söylemesi. Bu öyle zor iştir ki, kendinden her hal ve koşulda memnun olmak, bunu başarabilen asıl mutluluğu yakalamıştır işte. Benim inancıma göre başkalarının hakkımdaki düşünceleri sanal ve fazla üzerinde durulmaması gereken şeyler, her an değişebilir ve o başkalarının gerçek olduğunu henüz kanıtlayabilen olmadı. Bir ihtimal bu dünya tek başına oynanan koca bir oyun, bir simülasyon olabilir. Bana bunu düşündüren şey ise duygu ve düşünce bazında kimsenin beynine, ruhuna girememek belki de. Dünyada tek memnun etmem gereken varlığın vicdanım olduğunu düşünüyorum ve birine iyilik yaptığımda, çocuğuma baktığımda, işimi yaptığımda, dünya için herhangi birşey yaptığımda tek hedefim kendime karşı evet ben insanlığımın gereğini yerine getirdim diyebilmek.Doğru bildiğimi söyleyip insanlar tarafından hiç de adil olmayan şekillerde yargılandığımda da aynaya bakıp işte bu benim ve bunu benden kimse alamaz diyorum. Övgüleri, yergileri, sevgileri, nefretleri, maddi manevi verecekleri ve alacakları herşey sadece ve sadece onları bağlar, benim şahsım tüm bunların üzerindedir. Gerçek insanın ruhunu özgür kılar, dünyanın en güçlü silahı, en büyük hazinesi ve bizlere yaratıcının emanetidir. Emanete layık olmak ümidiyle!

BİLGİ

      Bilgi, herkesin peşinde koştuğu dünyanın en eski hazinesi. Peki bilgi bir amaç mıdır, yoksa araç mı? Bana sorarsanız bilgi amaçtır, herhangi birşeye ulaşmamızı sağlayan bir araç değil. Şahsen ben, bilginin kendine talibim neye yaradığı pek umrumda değil. Mesela; kozmolojinin hayatıma pratikte kattığı hiçbirşey yok, ama ben bulabildiğim herşeyi okuyorum bu konuda, pek çoğunu anlamasam ya da az sonra zihnimden uçup gitse bile. Veya fizik, kimya beni acayip cezbediyor, teknik anlamda anlamadığım pek çok tanımlamayla karşılaşmama rağmen yine de genel bir kavrayışa sahip olabiliyorum bu konularda. Şimdi elbette bunların benim için birşeye araç olması pek söz konusu değil, fakat birşey var; sanki hayata bakışım değişiyor öğrendiğim her yeni bilgi kırıntısıyla birlikte, evreni değil belki ama kendimi keşfetme konusunda mesafe katettiğimi düşünüyorum. Belki aslında bizden tanrının beklediği de budur kimbilir, verdiği ipuçlarını birbirine ekleyerek kendimizi ve bize verdiği yetenek ölçüsünde O'nu tanımamız. Sonuçta tüm bu evren, yaratılmışlık onun bilgisinin tezahürü değil midir?