6 Mart 2010 Cumartesi

KİMSE

Kimsesizlerdi, kimseleri olmak istedim ama daha kendime sahip değildim. Birazcık kendime sahip olmaya başladığımda ise artık onların sahip olacak birşeyleri kalmamıştı. Hayat bazen bana öyle şaka yapar ki dayan dayanabilirsen. Ama hele bu şakayı en sevdiklerime yapınca işte o zaman anlarım delilerin niye öyle canhıraş kahkahalar attığını. Tüm bu mezbelelik içinde yüreğime su serpen birşey var, kimsesizlerin kimsesi, sahipsizlerin sahibi. Eğer buna inanmasam herhalde kapatıp bu defteri, kesip hesabımı giderdim bu dünyadan.

SAHİPLENMEK

Kimsenin adam gibi sahip çıkmadığı üç bahtsız çocuk, tam Türk filmlerine layık içler acısı bir durum. Bir farkla bu seferki senaryo değil, en acısından ve en berbatından bir dışlanmışlık ve terkedilmişlik örneği. O çocuklardan biri ve en büyüğü benim. Ne güzel herkes kendine yeni bir hayat kurdu, hani yeni bir eve taşınırken eski eşyalardan kurtulursunuz ya.....Onlarda kurtulmak istediler geçmişin izlerini ve yükünü taşıyan bu yaratıklardan. Tabiki bunu direk tekmeyi koyup kapıya atarak yapmadılar canım. O zaman ana babalığa sığmazdı bu, onlar sessiz ve derinden icra ettiler bu oyunu. İlgilenmeyerek, sorumluluk almayarak, her şeyin suçunu bizde arayıp, herşeyimizden nefret ederek yaptılar bunu. Evet nefret dedim, aldığımız her nefes kabahat ve onlar için katlanılmaz bir yüktü. Artık bizler, onların hayatına girmiş iğrenç mikroplardık. Şimdi bunları okusalar inkar ederler elbet ama başka hangi duygu olabilir bize yapılanların sorumlusu. Belki hayatlarına birileri girmese böyle olmayacaktı ama seçim yapmak zorunda kalınca feda edilen taraf biz olduk. Hemde ne ve kimler için.

İşte o zamanlar abla olarak bişey yapmak istedim ama henüz liseyi bile bitirmemiş bir çocuğun tek yapabileceği kardeşlerini alıp biryere götürdüğünü hayal etmekti maalesef. Bu yerde her attığı adımı azrail gibi takibeden nebir üveybaba, nebir üveyanne ve nede onların maymunu olmuş zavallı ana babalar olmayacaktı. Öyle lüks birşey değildi istediğim, bize kin duyulmayan ve hayati ihtiyaçlarımızı karşılayabileceğimiz biryerdi yalnızca. Düşündüğümde, bu aklım ve bu yaşımda olsaydım ozaman kardeşlerimi neye malolursa olsun alır giderdim oradan, arkama bile bakmadan. Hiçbirşey yapamazsam devlete sığınırdım. Hiçolmazsa orada bulamadığımız şefkat bizi incitmezdi. Hala gecelerce uykumu böler o çocukların yaşadıkları. Sanki bu anda yaşarım tüm o acıları hala sızlar ruhumun hiiiç tamir olmayacak o en derin yaraları. Şu anda bu yazıyı yazarken ağlıyorum boğazımı kavuran, burnumun direğini sızlatan, gençliğimizin en güzel yıllarını alıp yerine ancak mahşerde kapanacak kocaman bir yara bırakan adını koyamadığım bu sızıyla.

Hala kızımla ilgilenirken bile suçluluk duyarım, kardeşlerime bunu yapamadım diye. Seçme şansım olsa bu tecrübemle her zorluğuna ramen o günlere dönmek ve kardeşlerimi alıp kaçmak isterdim o cehennem çukurundan. Ben bir kurban olarak vicdanıma hesap veremezken dilerim onlar verebilsin bunun hesabını. Hayatımda birsürü sıkıntı yaşadım, tek başıma bir çocuk büyüttüm vesaire vesaire ama kardeşlerimin acısı gibi birşey daha yaşamadım. Şu anda iyi olsalar bile onlar benim gözümde hala o yaralı çocuklar ve canımı bile veririm onlar tek boyunlarını birdaha eğmesin diye.

5 Mart 2010 Cuma

HANIMELİ

Ne güzel, ne ince, ne hassas çiçektir hanımeli. Dağ bayır demeden biter, mis gibi kokulara garkeder tüm çevresini. Beyazı, sarısı hele birde pembe harelisi var ki içimi kıpır kıpır eder, ruhumu kanatlandırır gördüğüm yerde. Onun hayatını sürdürmek için ne o mis gibi kokuya, ne de o zarif görünüme ihtiyacı var aslında. Onun tüm bu güzellikleri sadece gören gözler ve incelikleri hisseden ruhlar içindir. İnsan olarak bizde nasılsa yaşayıp gidiyoruz ama önemli olan hayatımızı sürdürürken çevremize neşe, güzellik ve mutluluk saçabilmektir. Kendi ihtiyacımız olmayan şeyleri başkalarının faydalanması adına yapabilmeliyiz insan olarak. O aciz bitkiler bunu yapıyor, hani bizde insanız ya niye sadece kendi ihtiyaç ve çıkarlarımız için çaba sarfediyoruz peki. Herşeye sahip olsak bile bundan yoksun olanlar için biraz zahmete giremez miyiz acaba? En azından insan olarak yaratıldığımız için dünyaya böylebir borcumuz yok mu acaba? Tüm tabiat bize hizmet ederken bizde bir ucundan tutsak ne güzel olur. Kabul kainatın hakimiyiz, peki en güzel hükümdar halkına hizmet eden değil midir? En azından bindiğimiz dalı kesmeyerek kendimize yardım edelim.

4 Mart 2010 Perşembe

BAHARI YAKALAMAK

Güneşin her tarafı hayata boğduğu birgün bu. Sokaklarda dolaşarak baharın ipuçlarını arıyorum. Henüz aylardan mart ama sanki insanın kulağına yumuşakça fısıldıyor bahar, bak ben buradayım hadi aç gözlerini diyor. Ama insanlar şartlanmışlıklarının dışında herşeye gözlerini öyle sıkı kapatmışlar ki, çevrelerinde bir cümbüşün başlamakta olduğunu ne yazık ki göremiyorlar.
Tüm doğada gizli bir coşku, sanki dünya bize bir sürprüz paketi hazırlıyor. Bir bakacağız, havai fişek gibi aniden patlayıverecek o minicik tomurcuklar muhteşem güzellikleriyle gözlerimizi kamaştırarak. Yerlere acem halılarını kıskandıracak yumuşaklığıyla yemyeşil bir halı serilecek. Aslında bu halının üstüne neşeyle sıçrayacak kuzular yakışır amma maalesef şehirde bundan yoksunuz. Her dal, her taş, her böcek ve her ot bize kaendi diliyle söyleyecek baharın türküsünü.
Baharın ipuçlarını arıyorum evet, ama bunu ben akıl etmedim. İçimden birşey beni dürttü, ne duruyorsun tabiat uyanıyor sende sirkelen at üstünden tozu toprağı dedi. Zira, yaşadıkça hayatın tozu toprağı örtüyor o pırıl pırıl ruhumuzu ve gözlerimizde biriken toz toprak önümüzü göremez hale getiriyor bizi. Aradabir ruhumuzu havalandırıp şöylebir sirkeleyelim ne dersiniz? Eşyalarımız kadar haketmiyor mu ilgiyi? Dünya emrimize amade tek yapmamız gereken elimizi uzatıp almak, güzel gözlerle bakıp görmek ve şükürler sana ey mülkün sahibi demek. Teşekkür ederiz degil mi bize bir bardak su verene bile........