20 Mart 2010 Cumartesi

MUTLULUK

Şu serçelere de ne oluyor, bu kadar mutlu olmak için ne sebepleri var sanki? Güneş bir parça yüzünü gösterdi mi bir cıvıltıdır kopuyor. Bu kadar mutlu olmalarının sebebi ne yani bir parça ekmek kırıntısı bulabilmek için tek ayaklarının üzeride sekerek saatlerce dolaşıyorlar. Hasta ya da ölmek üzere olanlar hariç hiçbir serçeyi bezgin ve yılgın görmedim. Hıh birde şu kainatın hakimi denen yaratıklara, biz insanlara bak içimizin karanlığından gözümüz dünyayı görmüyor. Biliyorum biliyorum öyle kuşlar gibi şakımakla ne çocuklarımıza ekmek götürebiliriz, ne de kirayı, faturayı ödeyebiliriz diyeceksiniz. İnanın bana somurtup karalar bağlayarak ta bunu yapamayız. Belkide gülümsemek biraz mutlu olmaya çalışmak bize verilen nimetlere şükretmenin bir yoludur, hem de çok sevimli bir yolu. Böyle konuşuyorum diye beni tuzu kuru sanmayın, bende kendimi bildim bileli bir lokma ekmek peşinde koşturup duran insanlardan biriyim, hala da birşey değişmedim. Düşünüyorum da, yıllardır ekmek peşinde koştum ama hiç aç kalmadım. Belki de bize düşen sadece çaba sarfetmektir, bizim kısmetimiz zaten biz doğmadan bu dünyaya hazırlanmıştır. Ama biliyorum şimdi de biz bir lokmayla uğraşırken elin oğlu hamuduyla götürüyor diyeceksiniz. Dünyadaki herkesin aynı standartlarda yaşayacağını size söyleyen kim. O serçe gibi bulduğumuza razı olup şakımaya başlarsak inanın bana para bizi bulmasa da mutluluk bulur. Dünyada nasıl davranmayı seçerseniz sonuçlarını da ona göre alırsınız. Benim hiçbirzaman iki kuruşum bir arada olmadı ama herzaman hayatımdan memnunum ve cebim fakir olsada gönlüm zengin. İnanın gönül zenginliğide karın doyuruyor, çünkü o zaman elindekiyle yetinmeyi öğreniyorsunuz ve bir bakıyorsunuz ki aslında yaşamanız için gerekenler elinizde. Neyse bu konuya daha sonra devam edeceğim şimdi kardeşim bekliyor bir kardeşim olduğu için çok mutluyum.

19 Mart 2010 Cuma

VARLIK VE YOKLUK

Yerkabuğunda antimadde bulunmuş, bu habere şaşırmak mı gerekiyor? Yaşadığımız alemde herşey zıddıyla kaim değil mi, peki yer kabuğu veya yerküre niye bundan muaf olsunki? Pozitif ilimlerle amatör olarak ilgilenen biri olarak bunu gayet serinkanlı karşılıyorum, kimbilir belki bukadar rahat karşılamamın sebebi bu konudaki yetersizliğimdir. Ama yerkabuğundaki radyoaktif maddelerin kararlı hale gelirken açığa çıkan antimadde beni başka bir yönde sarstı, gerçektende yaşam ve ölüm, varlık ve yokluk ne kadar iç içe değil mi? Peki bu olguların zıddı olmasaydı yani yaşamın arkasından ölüm gelmese, varlığın yanıbaşında yokluk olmasa hayat nasıl olurdu acaba? Belkide bunları bir araya getirip zıtlıkları kaldırınca ortadan bu alem yok oluyordur. Mantıklı değil mi madde ve antimaddenin dünyada bir arada bulunabildiği en iyi duruma bakarmısınız radyoaktivite, yani madde yavaş yavaş bozunmaya başlıyor, yani madde için yokolma süreci başlıyor. İkisi bir araya geldiğinde birbirini yok ediyor, ancak ayrıldığında madde ve antimadde olabiliyorlar. Peki bunları bir potada karıştırdığımızı düşünelim ne ad vereceğiz o zaman. Ben daha bu yaşımda gerçek anlamını kavrayabiliyorum, herşeyin zıddı ile kaim olduğunun. Daha önce böyle içime sindirdiğimden emin değilim. Düşünün bir güzellikle çirkinliği bir araya getirin, hadi bakalım buna ne ad vereceksiniz şimdi. Peki iyilikle kötülüğü karıştırın şimdi ne oldu, zıtlıklar sadece tanımlamak için değil aynı zamanda bir olgunun var olabilmesi için gerekiyormuş meğer! Vay canına ozaman yaşam ve ölüm olmasa ne olacaktı. Yani bizler varolabilecek miydik acaba? Benim düşünceme göre bu alemin temeli bu, yani bu olguları ortadan kaldırdığınız zaman başka bir boyuta geçiyorsunuz demektir. O halde herşeyden şikayet etmeyi bir kenara bırakalım diyorum, bizim daha var olanları anlama konusunda bile kendimize yetmeyen aklımız bence bu dünyayı ayakta tutan düzene asla yetmeyecek, çünkü hiçbir eser ustasını anlayacak kabiliyete sahip değildir maalesef. Bize verilenlerin kıymetini bilerek bize verilen bu yaşamın hakkını vermeye çalışalım ve şükretmeyi deneyelim. İnanın bana, bukadar hassas dengelerle yaratılmış bir alemde yaşayabilmek bir mucize! Bizi gözeten bir güç olmasa bu kırılgan dengelerin korunması mümkün olmazdı. Yani, milyarkere milyar seçeneğin içinde tamda bizim yaşayabileceğimiz şartları yaratan ve gözeten güç bir teşekkürü ve minnettarlığı hak ediyor değil mi? Zaten kendisi bir mucize olan hayattan daha ne mucize bekliyoruz, bu mucizeyi iyi kullanmaya çalışalım bundan daha büyük bir nimet inanın bana elimize geçmeyecek.

18 Mart 2010 Perşembe

İNSAN NE İSTER

Çocukluğum ırmak kenarında geçti. Bahar ve yaz aylarında gözde oyun alanımız ırmağın kenarıydı. En büyük hayalim bir at kılına sahip olmaktı, o kılı olta yerine kullanarak balık tutacaktım. Bu balık tutma işi çok önemliydi. Balık benim için başka bir dünyada yaşayan canlıydı. O at kılıda benim bu dünyaya giriş biletimdi. Birde tayyare böceği vardı, yaz aylarında kırlarda uçarken onu görünce çok heyecanlanırdım. Böceği yakalayıp içindeki insanları çıkarmak isterdim, o böceğin içinden çıkacağını zannettiğim minicik insanlar beni ölçüsüz heyecanlandırırdı. Şimdi komik geliyor değil mi, at kılından olta ve içinden minik insanların olduğu tayyare böceği.. Birde şimdiki hayallerime bakın, dünyanın daha iyi bir yer olmasını istiyorum herkes gibi ve kendim için en çok istediğim şey bir kitap yazmak. Bu kitabı yazmazsam kendimi tam hissedemeyeceğimi biliyorum. Bu tuhaf bir his sanki çok aç bir insanın bir yemeğe duyduğu istek ve ihtiyaç gibi, hanımlar bilir aşermek gibi. Öyle çok istiyorum yani bir kitap yazmayı, her okuduğum kitapta tarifsiz bir özlem duyuyorum içimde, bende bunu yapmalıyım diye. Hayatta hiçkimseyi kıskanmadım ama iyi kitap yazan usta yazarları fena halde kıskanıyorum.Kimbilir belkide kitaplar bende başka bir dünya izlenimi uyandırıyordur. Kitap kapakları da o dünyaya açılan kapı.Hani filmlerde vardır ya başka bir boyuta açılan kapılar. İşte kitap kapakları da bu kapılardan biri ama daha somut olanı. Bunu elle tutabilir, bir yerden alıp bir yere koyabilirsiniz. İşte bende başka bir boyuta bir kapı daha açmak istiyorum fakat bu kapı kesinlikle güzel bir boyuta açılacak, en azından içinde yaşadığımızdan daha iyi bir boyuta. Dünyada yitirdiğimiz duygu ve hasletler olacak orada. Bir kitap yazdığınızda orada vücuda getirdiğinizin tüm sorumluluğu size aittir. Bu yüzden yapıyorsak iyi şeyler yapmalı, iyiliğe adanmalıyız. Velhasılıkelam kaybettiğimiz çocuk hayallerimizi yeniden bulmalı, vakit kaybetmeden aramaya çıkmalıyız.

17 Mart 2010 Çarşamba

NE DEĞİŞTİ

Daha düne kadar kapısından geçirmek istemeyenler, bugün niye gelmiyorsun diye sızlanıyor. Daha düne kadar bensiz duramayanlar, adımı bile duymak istemiyor. Ne değişti peki? Valla ben değişmedim, hani canı çıkmayınca huyu çıkmayacak cinstenim ben çünkü. O zaman çıkarlar mı değişti? Eğer konu sadece çıkarlarsa, benim şimdiye kadar ne dostum olmuş ne de düşmanım. Dostluk ya da düşmanlık insana değil şartlara bağlı bir olgu demek ki. O zaman biz insanlığımızın değil, şartlarımızın ürünümüyüz? Yazık bize yazık, insan ortamı belirler, şartlar ve olanaklar eğer insanlığı belirliyorsa desenize, insan denen yaratığı da koruma altına almalıyız artık. Zira, iki ayaklı başka yaratıklara dönüştü insan denen varlık. O insanlık denen hasleti içinden çıkarıp attılar, kaldı geriye ne pahasına olursa olsun yaşamaya adanmış canlı organizmalar. Hayatını sürdürmek için her şarta ayak uyduran ve yaşamak için herşeyi basamak olarak kullanan yaşam formu. Ortama ayak uyduramayan ise belki insan olarak kalır ama fazla yaşayamaz bu kavonoz dipli dünyada. Yaşasada işte böyle benim gibi yalnız ve dostsuz kalır. Veysel ne güzel söylemiş değil mi "benim sadık dostum karatopraktır" diye. Evet en sadık dostumuz karatoprak belki de, öldüğümüzde anamız babamız bile bırakıp gidiyor, karatoprak kucaklıyor yalnızca bizi.