23 Temmuz 2010 Cuma

ÇOK ŞEY Mİ İSTİYORUM?

   Sizce çok şey mi istiyorum, hayattan küçücük bir gülücük beklerken? Peki küçücük bir bahçe isterken ya da kardeşimin iyi bir işi ve evliliği olsun isterken? Kızımın işinde ve okulunda başarılı olmasını isterken ya da? Sonra çocukluğundan beri hayalini kurduğu o kırmızı arabayı almasını isterken, erkek kardeşimin çooook iyi bir animatör olmasını ve yurt dışından bile iş teklifi almasını isterken peki? Aslında tüm sevdiklerimin kendince mutlu ve başarılı olmalarını isterken, ama kendim için küçük bir bahçe o hep var hesapta. Aaaaa evet yayınlanmış gıcır gıcır ciltli bir kitabım olmasını isterken asıl. Çok şey mi istiyorum yani, insanlara yardım edebilecek maddi ve manevi gücüm olsun isterken, kendim için asla hayalim olamaz maddiyat olsa olsa küçücük bir bahçe ve gıcır gıcır ciltli yeni basılmış bir kitap. Tabi birde bunları hak edip etmediğim konusu var ama, ben bunlara layık olmayı da istiyorum zaten! Hani şu kuantum dalgası var ya, bende ne olur ne olmaz diye kendimi şipşirin bir bahçede kendi yazdığım kitabımı okurken hayal ediyorum yüzümde salakça bir tebessümle. Eee ne demiş atalar; olmaz olmaz deme, olmaz olmaz.

MANİK DEPRESİF

    Bende ne kadar mutluyum diye aptalca sırıtarak geziyordum ortalıkta. Şüpheleniyordum zaten ama, bugün birkez daha öğrendim ki manik depresif olma durumuymuş benim bu yaşadıklarım. Ya insanı bırakmıyorlar ki şöyle bir Poliyanna'cılık oynasın, hemen yapıştırıyorlar çift taraflı duygulanım bozukluğu diye. Yok arkadaş ben ısrar ediyorum, bu duygulanım bozukluğu falan değil ben resmen dünyayı koydum bir torbaya salladım vurdum duvara. Aslında ben hayatın gerçekten o kadar ciddiye alınmaması gerektiğini farkettim birkez daha. Peki sorun ne ozaman diyeceksiniz şimdi, sorun şu ki; bu kadar mutluluk ve enerjiyle ne yapacağımı bilemiyorum. Bir yerlere kanalize edemezsem bu enerjimi infilak edeceğim Allah korusun ya da bukadar yüklenmeyi kabul etmeyip çökecek tüm program diye korkuyorum. Aslında bu benim için çok yeni bir durum değil de, böyle alevleniverince telaşlanıyorum. Çok genç yaşlarımda yaşadığım tarifsiz sıkıntılarım sırasında bile çevrede hep işleri tıkırında bir kadın imgesi yaratırdım elimde olmadan, herhangi bir sorun konuşulurken  kızım senin tuzun kuru gülersin tabi derlerdi. Bağırmak isterdim avazım çıktığı kadar; ulan benim akşam çocuğumun önüne koyacak bir kaşık çorbam yok diye, yapamam çünkü ben, hayatın tüm getirilerini mahzun bir gülümsemeyle karşılayanlardanım. Sıkıntıların ve bana kötülük edenlerin yüzüne tükürürcesine gülmeyi anlıyorum, daha doğrusu bundan başka bir yaşam bilmiyorum da, böyle durup dururken mutlu olmak işte o, anlayamadığım ve başa çıkamadığım birşey. Benim için acayip bir fenomen daha abartılısı. Ne diyim hakkımda hayırlısı.........

21 Temmuz 2010 Çarşamba

İÇİMDE NEDENİNİ BİLMEDİĞİM BİR HAFİFLİK

     İçimde nedenini bilmediğim bir hafiflik var bir süredir. Ama tuhaf olan bununla ne yapacağımı bilemeyişim. Elime bir kitap alıyorum sanki ben kitabı değil, kitap beni okuyor. Gündelik işlerimi yapmaya çalışıyorum, sanki onları niye yaptığımı anlayamıyorum, aslında yapmam gereken herşeyi zaten yapmış gibiyim. Hani daha önemli işleri varken ufak ayrıntılarla uğraşır ya bazen insan birşeylerden kaçmak için. İşte benim yapmakla yükümlü olduğum işlerde bana asıl sorumluluğumdan kaçmak için icad edilmiş kaçamaklar gibi görünüyor. Kafamda birdolu düşünce var ama ne düşündüğümün farkında olamayacak kadar kendimden bihaberim. Asıl korkunç olan ise bunca bunalmışlığın arasında garip bir şekilde mutluyum ve hayatımda hiç olmadığım kadar halimden memnunum. Garip bir esrikliğin içinde sanki kocaman dalgaların arasında yüzer gibiyim, bunun için iyi yüzücü olmam gerekmiyor zira kütlem hemen hemen sıfır. Ruhum kocaman bir uçan balon ve o gittikçe şişiyor, o şiştikçede ağırlıklarım gittikçe önemsizleşiyor. Şu anda öyle tuhaf bir haldeyim ki; sevdiklerime gelecek bir zarar haricinde dünyadaki hiçbirşey bana ulaşıp, incitemez. Ölecek miyim neyim, dünya gözümde gittikçe küçülüyor ve hissedebilldiğim tekşey müthiş bir heyecan; ne için olduğunu bilmediğim ve sevgi beni incitenlerde dahil herkese. Daha diyeceklerim var ama dedim ya şu an dile getiremiyorum, bunları yazıyorum çünkü birine anlatamıyorum ve birşekilde ifade etmezsem dayanamayacağım.

YUMURTA

     Mutfak pencereme bir kumru çifti yuva yapmış. İki tane yumurtaları var, ben onlara torunlarım diyorum. Yumurtalarına bakıyorum anneleri üzerlerinden kalktıkça. Çocukluktan beri yumurtalar beni çok etkiler, içlerinde barındırdıkları mucizeden mi acaba, içlerinden bir canlı çıkması bana her zaman sihir gibi gelmiştir. Aslına bakarsak doğadaki herşey bir sihir, bir mucize. Oldukça kırılgan bir kabuğun içinde saklanan ve gelişen bir yaşam, tuhaf değil mi bu? Yani böylesine değerli birşeyin bunca kırılgan bir yapıya emanet edilmesi. Belki de kırılgan sandığımız şeyler o kadar da kırılgan değil, kimbilir? Düşünün bir kere, doğadaki tüm yaşamlar başlangıcında hep kırılgan diye nitelenen canlılara emanet değil midir? Yani dişilere, önce vücutlarının içinde-sonra kollarının arasında. Ama bu küçücük canlılar en mükemmel şekilde korunup kollanırlar her zaman. Tabi ya bu narin yaratıklarla hemhal olmak için narin birşeyler gerekir, anneler gibi. Narin fakat yavrusuna yönelen bir tehlike olduğunda en cengaver erkeğe bile parmak ısırtacak kadar saldırgan ve gözüpek analar. Anne olduğunda yeniden doğar bir kadın, tüm o yumuşaklık ve kırılganlığına karşı amazon olabilen gerektiğinde. Ortada o küçük canlı varsa tüm dünyaya tek başına meydan okur işte o doğan kadın. Hani derler ya; yükte hafif pahada ağır diye, işte o yaklaşık üç kiloluk canlı terazinin bir kefesine konduğunda diğer kefeye değil tüm dünya evreni koysanız yine sağlayamazsınız eşitliği, her zaman ağır basar küçücük yüküyle o kefe. Gelgelelim, birine muhtaç olursa eğer bu anne, o zamanda hiçbiryere sığmaz bu küçücük ağırlık, yine tüm dünyaya karşı ağır gelir terazinin gözünde ve dünyanın sığdığı yerlere sığmaz asla hiçbirşekilde. O zamanda dünyanın en güçlü zırhı olur evlat sevgisi; zırhı sevgi, silahı sevgi, ödülü sevgi, ekmeği-suyu sevgi. Dünyadaki herkesi ve herşeyi alın karşınıza ama; yavrusunu koruyan bir anneyi ve vatanını savunan bir askeri asla. Çünkü; onların görevi kutsal, emaneti tanrıdan ve vaadi cennetten.