13 Mart 2010 Cumartesi

ÜMİT

Gecenin en karanlık olduğu anların güneşin doğmasına en yakın anlar olduğu söylenir hep. Ondan mıdır acaba tam dibe vurdum dediğimiz anlarda içimizde bir ümidin filizlenmesi, daha kötüsü olmayacak artık herşey daha iyiye gidecek diye, yoksa bu sadece bir züürt tesellisi midir? Denize dalınca suyun üzerine daha hızlı çıkabilmek için önce dibe tabanlarını vurur iyi yüzücüler. Zaman zaman mücadele gücümüzün tazelenmesi için iyice dibe vurmak mı gerekiyor acaba? Eğer öyleyse sorun yok, o zaman zor anlarımızda sarılacak bir ümidimiz olur. Ya bunlar ümidinden başka sermayesi olmayanların uydurduğu pembe yalanlarsa, hani derler ya fakirin ekmeği umuttur diye. İyiki varsın umut yoksa acımızdan öldüğümüzün resmidir. Bugün bir yakınımla ilgili kötü bir haber aldım, tepemden aşağıya kaynar sular döküldü resmen. Duygularımı yalnız yaşamayı tercih ettiğimden hiç renk vermedim bulunduğum ortamda ama çok üzüldüm. Fakat bu korkunç üzüntüyle birlikte herşeyin daha iyi olacağına dair bir ümit yeşermeye başladı içimde biryerlerde. Acaba dedim içinde bulunduğum ruh halinden kurtulmam için beynimin bir sigortası mı bu ani umut yoksa gerçekte olan birşeyleri mi hissettim, her iki halde de iyiki varsın umut. Sen olmasan nasıl dayanabilirdik bu zehir zemberek hayata.

KARDEŞİM

Kardeşim seni çok seviyorum, bazen hayat bizi ayrı yönlere sürüklese de inan bana senin rahat etmediğin bir dünya bana hiçbirşey veremez rahat adına. Şu anda kendimi sorumlu hissettiğim iki kişi var hayatta. Sen biliyorsun bunları zaten söylemeye gerek yok tekrardan. Hayatın seni sürüklediği tüm o taşlı dikenli yollar benimde dizlerimi kanatıyor inan bana. Hiçbirşey düşürmesin seni yılgınlığa, gerekirse ben tüm hayatımı silerim bir çırpıda. Buna hayatı başkaları için yaşamak denmez, çünkü sen ve o benim varlığımın birer parçasısınız ve hiçbir insan varlığının bir kısmını koparıp atarak devam edemez hayatına. Devam ediyorum diyenler artık insan bir taraflarının kalmadığını anlar en yakın zamanda. Bu zaman eğer şanslıysa gerçekten yakın olur ölümden, belki o zaman gitmeden önce kendini tekrar bir araya toplar ve yarım gitmez ebedi hayata.

İNSAN

Eğer dürüstülkse insanlık, sevgiyse, şefkatse, özveriyse, adanmışlıksa, merhametse, azimse, kararlılıksa, mücadeleyse, akıl ve izan sahibi olmaksa. Eeee o zaman bu dünya üstündeki kalabalık neyin ve kimlerin topluluğu?

BABA

Tanıdığım en güçlü insan babam, o hiç yorulmaz, hiç hastalanmaz, hiç haksızlık yapmaz, üşümez, ağlamaz, korkmaz, aciz kalmaz. Böyle sanırdım küçükken ve hatta büyüdüğümde de. Ama birgün baktım babam üzüldü, terkedildi, hayata karşı gardı düştü. Bizde düştük o zaman, dayanamadık çünkü birşeye. Birazcık anladım oda insandı, yıllar geçti hayatla başaçıkamadığını gördüm bazı konularla, babam gözümde biraz daha insan oldu aciz olabildiği tarafıyla. Yine yıllar geçti babam hastalandı, iyice anlamayabaşladım ki; babam bayağı bayağı insanmış. Şimdi babam öldü biliyorum artık insan olduğunu tümüyle, yinede insanlığı konusunda beni düşündüren şeyler var. Çünkü o hala tanıdığım en dürüst ve en korkusuz insan. Tüm dünyayı karşısına alarak da olsa inandığını savundu çünkü her zaman....

MÜCADELE

Dişinle tırnağınla tutunacaksın bu hayata yaşamak istiyorsan, hele birde adam gibi yaşamak istiyorsan o zaman işin daha zor. Bu kere yirmi tırnak ve otuziki diş yetmez hayata tutunmana, çünkü o zaman karşındaki sadece hayatın inişi yokuşu değildir, daha kötüsü görünüşte senin gibi olan insanlardır başa çıkmaya çalıştığın. İnsanlar konu birbirine zarar vermek olunca öyle yaratıcı oluyorlak ki şaşarsınız. Elele verip mücadele edeceğine, dünyayı insanlar için daha iyi bir yer yapmaya çalışacağına, birbirini yıkmaya ve bozgunculuk için tüm imkanlarını kullanarak mücadele etmeye başlıyorlar. Boşuna dememiş atalar insan insanın kurdudur diye. Bilmiyorki aptallar dünyanın bir yanı kan revan içinde yerlerde sürünürken, bir yanı bu debdebeli hayatı çok uzun zaman sürdüremez. Aynı kürenin üzerinde yaşıyoruz, ne yaparsak yapalım o taraftaki can çekişen insanların bize ulaşarak birgün hesap sormasını engelleyemeyiz. Dünyanın en büyük seddini de çekseniz araya insanların yaptığını yıkmaya yine insanların gücü yetecektir. Hele birde bunlar zulüm ve haksızlıklarla yapıldıysa. Tarih boyunca bir taraf sürünürken bir tarafı güllük gülistanlık yaşayan tüm topluluklar sonunda ilahi adalet gereği ya insanlar tarafından ya da açıklanamayan sebeplerden dolayı yokolup gitmişlerdir. Sen vicdanını rehber edinmezsen seni kulağından tutup yanlış yoldan çeviren, dönmezsende kafanı ezen bir güç mutlaka çıkacaktır.

KIRILMA

Hayat dümdüz bir yol değildir. Bu yolun inişi var, yokuşu var. Ama her zaman çakıllı ve taşlı bu yollar o yüzden takılıp düşmemeli bu yolda. Zira düşersen ellerin ve dizlerin fena parçalanıyor ve seni tutup kaldıran yaralarını saranda bulunmuyor genelde. İşte buda ruhunu ve yüreğini kanatıyor. Yokuş yukarı çıkıyorsanız mesele yok, elinizi tutan, herşeyinizle fazlasıyla ilgilenen öyle çok yalakanız olur ki çevrede yaşamak için nefes almanız kafidir o ara. Kötü tarafı bunun dostu düşmanı hiç bilemezsiniz. O zamanlarda tecrübeyle sabittir ki size en uzak duran en iyi dostunuzdur. Amaaaa yolunuz yokuş aşağı inmeye başladımı bikere, o zaman en yakınlarınız bile sizi tanımaz. Aniden görünmez olursunuz, çok mükemmel olsanız bile kimse sizi beğenmez hiç uğraşmayın derdiniz beğenilmekse. Ama bu size insanları tanıma ve fireleri ayıklama şansı verir. Buda paha biçilemeyecek bir tecrübedir. Kafan gözün kırılarak da olsa o safhayı geçirdiğin zaman artık dünyanın hiçbir sıkıntısı seni korkutamaz ve kendini her tehditi kolayca bertaraf edecek bir süperkahraman olarak görmeye başlarsın. Sen hayat denen o azgın canavarı altetmişsin kalan ufak tefek tehditler nedir ki?
Birkere düşüpde kalkmayı becerebildiyseniz hayatınız asla eskisi gibi olmayacak artık bunu bilin. O an bir kırılma yaşarsınız bundan böyle hayatı yalnızca kendi değerleriniz ve iç hesaplaşmanız doğrultusunda yaşamaya başlarsınız. Eğer hala ölçünüz başkalarıysa maalesef siz henüz kalkamamışsınızdır ayağa. İnsanları asla memnun edemezsiniz bu yüzden siz kendinizi memnun etmeye çalışın. Tabi bunun için önce kendinizi tanımalısınız. Tanımadığınız birini memnun edemezsiniz unutmayın.
Hayattaki ölçüm kendi memnuniyetim ve tabiiki vicdan rahatlığımdır herzaman. Bu yüzden sıklıkla çevremdeki uyanıklar tarafından saf hatta aptal olarak nitelendirilirim. Ah birde benim onlar için ne düşündüğümü bilebilse uyanık maymunlar.

11 Mart 2010 Perşembe

UMUT

Hayatta herşeyimizi kaybedelim, ümidimiz hariç. Dünya her sabah yeniden kurulur, birgün kaybettiğimiz fırsatı ertesi gün tekrar elde edemeyeceğimizi kim söyleyebilir ki? Şu kocaman alem hergün değil, her an her saniye yeniden kuruluyor. Bizim isteklerimizin gerçekleşmesi ya da ummadığımız hayal edemeyeceğimiz kadar mükemmel bir şekilde karşımıza çıkması ne kadar zor olabilir ki? Elbette hiç zor değil, belkide kaçırdığımız fırsatlar yada çektiğimiz sıkıntılar bizi sınamak ve daha güçlenmiş olarak hayata devam edebilmemiz için hazırlanmış bir eğitim şeklidir kim bilebilir ki? İnsan geçirdiği ve üstesinden geldiği her sıkıntıyla hayatta bir basamak daha yükselir, hani şu sanal oyunlardaki gibi her geçtiğimiz aşama bizi hayatta bir "level" atlatır. Öyle değil mi, her yaşadığımız sıkıntının ve her atlattığımız zorluğun arkasından daha güçlenmiş olarak devam etmezmiyiz, daha sonra o sıkıntılı zamanları hatırlarken gizli bir gururla göğsümüz kabarmaz mı? Benimki kabarıyor şahsen, sıkıntıların üstesinden gelebildiğim ve onların beni değil benim onları yendiğim için. Herşeye rağmen hayatıma devam edebildiğim ve dimdik ayakta kalabildiğim için. Ne sıkıntıyla karşılaşırsam azmimi kaybetmiyorum ve halime şükrediyorum her zaman biliyorum ki biryerlerde benim o şikayetçi olduğum durumda olabilmek için yalvaran nice insanlar var. Hiçbir savaş sızlanarak kazanılmaz, yapılacak şey ayağa kalkıp kanımızın son damlasına kadar savaşmaktır. Yenilirsekte şerfimizle yenersekte. Acizlik insana yakışmaz, duvarın dibinde bitmiş bir ot görünce tüylerim diken diken olur, o cılız haliyle nasıl orada kök salabildi diye düşünürüm. Ve insan olarak kendime birdaha çekidüzen veririm. Ben bir insanım herhalde bir ottan daha aciz olamam değil mi?

KARANLIK

Karanlık, göz gözü görmez onun içindeyken, göz dediysek en kıymetli şeyimizi kastediyorum. Yoksa hiçbir zaman insanın iki gözü birbirini göremez zaten, ataların dediğine göre hatta, arada burun olmasa birbirlerin oyarlarmış aman iyikide göremiyorlar birbirlerini. Allah korusun gözsüz kalıverirdik, iki gözümüz var derken. İşte karanlık bastırınca hayatlara, gözü gibi sevdiklerini göremez oluyor insanlar zaman zaman. Halbuki bu karanlığa parmaklarını kandil yapan asil ruhlar vardır. Onların çevrelerini görmelerini engelleyecek karanlık bu dünyada mevcut değil, öbür tarafı bilemem...En ufak bir karanlıkta çevresindeki kimseyi göremez oluyor, o gözünün bebeğini bile. Karanlık hayatta olsun ama ruhlarda değil. Karanlık ruhunuzdaysa eğer etrafınız ışığa gark olsa ne yazar, senin gözüne perde inmişse bir kere. Kendinizi görürsünüz sadece o da el yordamıyla. Bilmezki zavallılar dünyada gözüm dediği varlıklarını feda ettikten sonra artık kendim zannettiği şeyinde boş bir kabuktan ibaret olduğu. Ve bu kabuğu doldurmaya dünyanın hiçbir varlığı ve hiçbir çıkar yetmez artık. Herşeye sahip olayım derken ruhunu kaybettiği için artık kendine bile sahip olamayan ruhsuz yaratık, ona iki göz taksanızda artık görecek ne kaldı ki dünyada ona?

HİÇBİRYER

Kucağında çocukla otobüste gidiyordu. Nereye gittiğini bilmiyordu, zaten farketmezdide. Çünkü artık heryer aynıydı onun için. Hiçbiryerin farkı yoktu. Artık gidecek biryeri, gidecek kimsesi yoktu. Peki iyide nereye gidecekti? Bu otobüste belki yarım saat daha yolculuk yapacaktı. O yarım saatin hiç bitmemesini istiyordu umutsuzca. Hani güzel anlarda zamanın hiç geçmesini istemeyiz ya. Tabiki bu seferki mutluluktan değil de sonra ne yapacağını bilememekten kaynaklanıyordu. Kucağında küçücük çocukla gencecik bir kadın gece yarısı nereye gider. Bu soruya cevap yoktu işte.... Karakola gitmeyi düşündü, sonra bunu biraz erteledi, belki daha uygun biryer bulabilirim diye düşünmeye başladı. Gece saat onbir otuz. Topkapı minibüs duraklarının ortasında dikiliyorlardı. Kocamustafapaşadaki bir ahbabını hatırladı. Onun için bir şans olarak duldu bu arkadaşı, yani gecenin o saatinde daha kolay kapısını çalabilecekti. Bir umut belirdi içinde hayatının geri kalanı için ufakta olsa bir ışık görmeye başlamıştı. Şu en zor anında bile ona böylebir alternatif sunan güce sığınabileceğini düşündü. O yarattığı bir karıncadan bile vazgeçmiyordu, en şerefli yaratıkları içinde yer alan bir anneyle bir bebekten mi vazgeçecekti. Gençkızlığa adım attığı ilk yıllardan beri yaşadıklarını düşündü, bir çocuk olarak dayanmaya başladığı bu hayata şimdide sonuna kadar dayanacaktı, üstelik şimdi iki kişi için dayanmak zorundaydı. Çünkü o kendisi için hiçbirşey yapamazdı.
Eline sımsıkı yapışmıştı yavrusu hayata olan tek bağı buydu. Daha sonra kendi ayakları üstünde duracak yaşa geldiğinde bile hala elinden sımsıkı tutmaya devam edecekti kızı. Ve gün gelip anne olduğunda hala kızının elinden tutmaya devam edeceğini biliyordu annesi.

8 Mart 2010 Pazartesi

KADINLAR GÜNÜ

Dünya kadınlak günü, kadın hakları bugün birkere daha masaya yatırıldı. Kadınlar kadın hakları diye böyle feryat figan uğraştıkça bir çözüme ulaşılacağını hiiiiç sanmıyorum. Haktan hukuktan bahsediyorsak, önce bu hakları kimden istediğimizi düşünmeliyiz. Çözüm için müracaat edilen merciye dikkat etmek gerekir çünkü birinden birşey isterken aynı zamanda o istekte bulunulan mercinin erkinide kabul etmiş oluruz. Bir kadın olarak kanun önünde ve insani haklar açısından tabiki gereken konuma gelmek isterim. Yasal düzenlemeler hariç diğer yaşamsal konularda ve toplumsal hayatın içinde kadın hakları diye bağırmak biz kadınları ancak daha aciz duruma düşürür. Ben şahsen bu konularda hak çığırtkanlığı yapacağıma ve bazı odaklara malzeme olacağıma kendi haklarımı kendim savunurum herzaman, mesela hiçbir erkeğe kendimi ezdirmem ve sırf kadınlığımla ön plana çıkmaktansa insan olarak kendimi ispatlayan bir tutum içinde olmayı tercih ederim. İnsan önce kendine güvenmeli ve gerektiğinde elini taşın altına koyabilmeli ki sonra hakkım yendi ezildim diye feryat etmesin. Ayrıca kadın olarak kendini ispatlaması için her kadının muhakkak dışarda çalışması gerektiğine de hiç inanmam, zira eşşek gibi çalışıpta kadınlığı bırak insan gibi yaşayamayan öyle çok kadın gördümki. Bir kadının değerini ispat etmesi için illede çalışması gerektiği uyanık ve para aşığı erkeklerin kocaman bir palavrasıdır. Tabiki gerektiğinde kendini geçindirip kimseye muhtac olmamak için çalışır kadın, zor durumdaki kocasına da destek olur, bunu bizim ninelerimiz tarlada çalışıp hayvan bakarak asırlardır yapıyor zaten. Fakat normal koşullarda hiç ihtiyaç yokken çocuğunu bakıcının insafına bırakıp çalışan ve ne kaybettiğini bilmeyen kadınlara iki çift sözüm var, ben çocuğumu annemin bile terbiye etmesini istemezdim. Çocuk bir insanın hayatı boyunca sahip olduğu en önemli eserdir. Kadının diğer tüm işlevlerini gözardı ederek sadece para kazanmaya odaklanırsak o zaman doğaya da ihanet etmiş oluruz. Kabul ediyorum çok klişe ama erkekler neden çocuk doğurmuyor peki. Doğuramaz çünkü buda doğamıza ihanet olur. Erkek dışarıda mücadele eder, savaşa gider ve eve döndüğünde kadın ona yeniden hayat enerjisi verir ve eşini yeniler. Peki hem kadın hem de erkek dışardan sinir küpü gibi eve gelince ortamı kim ve nasıl yumuşatacak. Bu yazdıklarıma bakıpta sakın beni eline vur ekmeğini al zavallı bir kadın sanmayın. Tersine göze göz, dişe diş mücadeleci bir insanım. Benim tek derdim gelişmişlik aydınlanma diye bir sonraki nesli karanlığın kucağına atmayalım. Kurtuluş savaşında vatanı için canını verenlerin, yavrusunu kınalayıp vatana kurban eden anaları belki meslek ve kariyer sahibi değildiler ama insan yetiştirmede kariyer sahibi oldu onlar. Evden çıkmadılar belki ama koskoca bir vatanı ve milyonların namusunu kurtardı o kadınlar. Dünyada savaşta vahşet kurbanı olup namusunu canını ve tüm insani değerlerini kaybeden kadınlara benzemekten bizi koruyan o kurbanların analarına onlar modern kadın olamadılar diyebilirmiyiz. Bence doğamıza arkamızı dönmeyelim inanın bana bir evi güzelce idare etmek, çocuklarını güzelce büyütmek ve o evi tüm aileye bir sığınak, bir detoks ortamı yapmak hiçte küçümsenecek bir meslek değil. Tabiki hayat bundan ibaret değil, okuyun yazın, ilim öğrenin. Herşeyi para kazanmak için yapmak zorunda değiliz ki, kendinize yatırım yapın kendinizi geliştirinki tatmin olasınız hayatınızdan, eşiniz çocuğunuz sizden birşeyler öğrensin, sizinle gurur duysun ve geleceğin toplumunun temelini sağlamca atın elbirliği ile. Hiçbir kazanımınız iyi bir çocuk yetiştiremediğiniz zamanki kaybımızı telafi etmez inanın. Hani derler ya toplumun en küçük yapıtaşı aile diye, işte o ailenin en önemli yapı taşıda annedir. Lütfen bu yapıtaşını iyi koruyalım. Başka hesaplarla bu temeli baltalamayalım.

YANIZLIK

İnsanlar neden yalnız kalmak istemez ki, zaten yalnız doğmadılar mı? Evet yalnız doğduk ve yalnız öleceğiz. Hem yalnızlık nedir ki? Bir zerre içinde tüm alemi barındırıyorsa eğer, bukadar kalabalığın içinde nasıl yalnız olabiliriz ki zaten? Şuna yalnızlık yerine kendimizle başbaşa kalmak desek..........Şuna bütün alemle yeniden tanışmak desek.......
Aslında hep çevresinde birileri olmasını isteyen insan bırakın insanlarla yakınlaşmayı kendinden uzaklaşır.İçine dönemeyen insan asla yaşamın gerçekleriyle yüzleşemez. O yaşamla yüzleşmek derken günlük hayatın sıkıntılarından söz eder sadece, asla gerçekte ne olduğundan değil yaşamın. Pek az insan hayatın gerçek anlamının peşindedir, diğerlerinden duyduğumuz kendi gerçekleridir sadece. Bu konunun devamı var şu an zamanım dar.

DEPREM

İnsan hayatı depremlerle dolu, kimi duygusal, kimi parasal, kimi fiziksel buda en acı en gerçek deprem işte. Elazığ'da yaşandı düngece sabaha karşı. Hiç alışık olduğumuz sabah kavramına uymuyor deyil mi bu yaşanan? Hani bir sıkıntıya düçar olduğumuzda her gecenin bir sabahı var diye beklediğimiz sabahlardan değil bu sabah. Ama ne olursa olsun yaradandan ümit kesilmez, biz böyle bilir böyle söyleriz. Tabiki öyle bukadar büyük bir sıkıntıya başka nasıl dayanır yoksa insan. Bizler insanız her zaman yaratıcımıza güvenip dayanmaya muhtacız. Her ruh kendinden daha güçlü bir merciye dayanarak ferah bulur ancak. Buda yine kendi içindeki güç kaynağına müracaattan geçer. Bunları insan olarak biz felakete uğramamış olanların sorumluluğunu hafifletmek için söylemiyorum. Tam tersine onlara metanet dilerken bizim gibi şuan için tuzu kuru olanların sorumluluğunu hatırlaması ve bir an sonra onlardan daha acı bir tecrübeyle yüzleşmeyeceğimizin garantisini kimsenin veremeyeceğini tekrar etmek için söylüyorum. Belki bunu bir nebze olsun garantiye almaya umarak şuan herşeye ihtiyacı olan o insanlara karınca kararınca yardım etmeye azmetmeliyiz. Bu yardımı herkes gücü ölçüsünde yapacak tabiki, dürüstçe kendimize bakalım ve diyelimki ben gerçekten ne yapabilirim, bu soruyu kendimize soralım ve dürüstçe cevaplayalım. Eğer hiçbirşey yapamıyorsak dua edelim bol bol en büyük kudret sahibini yardıma çağıralım. Tüm bunların asıl çaresi empati sanırım, bizi sıkınltılardan koruyan tek kalkan, halis niyetle insanlara yardım etmeye çalışmak ve o insanların da bizden bir farkı olmadığını hatırlamak ve hepsinin iyiliği istediğini ve hakettiğini vicdanen kabul etmek gerekiyor. Unutmayalım her insan bizim gibi bu alemin bir parçası ve hepsi iyiliği, güzelliği hak ediyor. Artık kabul edelim, her koyun kendi bacağından asılır ama bizler onları sessizce seyredersek birgün sıra bizede gelir. Bu alemin yazılmamış kuralları vardır ve buda onlardan biridir!