20 Mayıs 2010 Perşembe

KAÇAK

       Hayatta beni en rahatsız eden şey biryere ya da birine bağlanmaktır. Çocukluğumdan beri bu duygu bende hakim. Kaplumbağa gibi evimi sırtımda taşımak isterdim. Biryere veya birilerine fiziksel bağlarla bağlanmak beni hep çok korkutmuştur. Çocuk doğurduğum ilk anlarda onu kucağıma alıp emzirmekte zorlanmıştım, o zaman buna bir anlam yüklemedim. Yani bunun doğal bir süreç olduğunu, birbirimize alışmamız için zaman gerektiğini düşünmüştüm. Şimdi anlıyorum ki, ozamanda bağlanmaktan koruyormuşum kendimi bilinçsizce. Ama bu daha sonra kızımı canımı verecek kadar sevmediğim anlamına gelmiyor tabi. Tam tersine sonradan, çocuğunu daha rahmine düştüğü ilk günden itibaren abartılı bir tutkuyla seven annelerden daha fazla sahiplendim onu, öyle ki; tüm hayatımı onu yanımdan ayırmayacak şekilde düzenleyip, herşeyin merkezine onu korumayı koydum. Belki çocukluğumda yaşadığım travmaların bir kısmından koruyabildim onu.Çocukluğumdan beri tüm bağlılıklardan uzak durarak kendimi hayal kırıklığına uğramaktan mı koruyordum acaba? Belki birtakım hasarlardan korunabildim ama bunun kendimden kaçmak olduğunu anlıyorum yavaş yavaş. Aslında bağlanmaktan korkmanın sağlıklı bir yanı yok tam tersine bağlanmaktan korkmamaktır sağlıklı olan. Hayata meydan okumalı insan ben herşeyi seviyorum, tüm kötülüklerine rağmen seni de ey hayat.

TESELLİ

     Önceleri hayatla başaçıkamadığım anlarda babam gelirdi teselliye beni rüyalarımda. Artık pek gelmiyor, o da mı sıkıldı acaba benim yaşamaktaki beceriksizliğimden? Yoksa teselliyi haketmiyor muyum bu günlerde, hayatın bana verdiklerine nankörlük ederek? Tamam öyle aşılamayacak problemlerim yok pek kabul, ama herkesin bir dost omzuna ihtiyacı var sevinç gözyaşları da olsa akıtılan.
     İnsan sevdiği birini kaybedince anlıyor aslında ölümün yokoluş olmadığını, düşünsenize nasıl dayanırdı yoksa bir parçasının yokolmasına. Çok tuhaf ama sanki hayatta iken aramızda olan perdeler kalktı babamla o ölünce.  O otoriter, biraz fazla sinirli adam değilde derdimi dinleyen, iyi şeyler yapınca benimle gurur duyup sırtımı sıvazlayan sanki hayatım boyunca beklediğim biricik dostum, koşulsuz sırtımı dayayacağım en yakın dayanağım. Baba keşke yakınlaşmak, kendini olduğun gibi göstermek için o amansız hastalığa yakalanmayı beklemeseydin. Keşke tam kaybedeceğim anda kendini bu kadar çok sevdirmeseydin......................Keşke sevgi hep söylendiği gibi insanları dünyanın fenalıklarından koruyan en güçlü kalkan olabilse, keşke...........

İNSANLIK BİRİKTİRMEK

      Geleceği güvence almak için para biriktirir ya insanlar, bir insan dişinden tırnağından artırarak ne kadar para biriktirebilir acaba? Oysa insanlık, iyilik biriktirsek bire bin verir biliyormusunuz birikimlerimizin karşılığını. Ne kadar maddi değer biriktirirsek inanın bana o birikimi harcayacak bir masraf kapısı çıkabilir. Ama gerçekten dostluk, vefa, minnettarlık gibi değerler harca harca bitmez sadece hoyratlaşmamak kaydıyla. Burada harcamak derken karşılık bulmaktan bahsediyorum. Yoksa yaptığımız iyiliklerin karşılığını kötülük ve çirkinliklerle harcamaktan değil. Eğer insanlık kazanırsanız siz ölsenizde yaşar bu kazandıklarınız ve dünya durdukça söylenir.

PAPATYA

Ne güzel çiçektir şu papatyalar, baharın geldiğini onlardan anlarım ben. Sanki dünyaya mutluluk dağıtmak için inen melekler heybelerindeki mutluluk tohumlarını serpivermişler çimlerin üzerine. O nedenle olmalı bakarken insanın içine mutluluk ve neşe dolması. Hani nereye gitsek hüzünlerimizi ve düşüncelerimizi de yanımızda götürürüz ya, papatyalara bakarken o hüzün ve mutsuzluklar sanki siliniyor kafamdan. Papatya sayesinde sevdim ben sarıyı ve beyazı. Onların o akça pakça suratlarına bakan gözlerde hüzün nasıl barınabilir ki artık. Herhalde mutluluğun resmini yapacak olsam papatya çizerek işe başlardım. Ha birde saflık ve temizlik sembolüdür papatya, renginden olsa gerek. Gülümseyen bir insan yüzüne benzetirim zaman zaman onu, gerçektende bakarken güldürür yüzü.

DÜŞÜNÜYORUM

Her yeni gün yeni bir başlangıçtır. Fakat bu yeni başlangıçlar için her yeni güne yeni bir kafa yapısıyla başlamak gerekir. Bizim kültürümüzde bir günü diğeriyle aynı olan zarardadır diye bir söz vardır, buraya kadar bir sorun yok. Sorun bir günümüzü diğerinden nasıl farklı hale getireceğimiz. Bugün dünden bir kuruş fazla kazanmak olarak algılıyoruz sanki biz bunu. Ya da bugün daha fazla gezmek veya daha çok şeye sahip olmak sanki bunun bizler için anlamı. Naçizane düşüncem bunun amacı hergün beynimizden birkaç hücre daha fazla çalıştırmaya uğraşmak, manevi varlığımıza biraz daha yatırım yapmak. Asıl mesele buraya niye geldiğimizi anlamaya çalışmak sanırım. Herkesi bilmem ama benim için dünya bir okuldur ve bizler burada sonsuz hayatımıza hazırlanmaktayız, bunun içindir ki; bir günü diğeriyle aynı olan zarardadır. En basit bir mesleğe bile hazırlanırken okulda mümkün olduğunca fazla bilgi ve beceri edinmeye çalışırız değil mi? Ki bu meslek belki bizim hayatımız için belirleyici olmayacaktır, oysa kendimize kattığımız herşey bizi ebediyen bağlayacaktır. Unutmayalım, ilahi adalet diye birşey vardır ve herkes layık olduğunca karşılık görecektir. Şunu unutmayalım bizler özgür irade sahibi varlıklarız. Bu özgür irade bir nimet olabildiği gibi, gereğince kullanılmazsa bizler için kötü sonumuzu hazırlayacak bir lanet olabilir. Birde şu varki; bilindiği gibi doğada hiçbirşey boşuna yaratılmamıştır, herşeyin kendince bir amacı ve yeri vardır. Peki en fazla yüzde onunu kullanabildiğimiz şu beynimiz niye böyle atıl bir kapasiteyle yaratılmış hiç düşündünüz mü? Evet ben düşündüm ve şu ankinden çok daha fazla kullanmaktan sorumlu olduğumuz kanısına vardım bu müthiş kapasiteyi, açmamız için sürekli bizi dürten bir hazine sandığıdır beynimiz. Anahtarını bir bulabilsek önümüze ne harikalar serilecek tahmin bile edemeyiz. Ben ne mi yapıyorum bu bilmeceyi çözmek için hiiiç düşünüyorum, düşünüyorum, yine düşünüyorum..............

18 Mayıs 2010 Salı

YÖNELMEK

Yaşadıklarımız düşündüklerimizin ürünüdür der bir söz. Ben buna sonuna kadar katılıyorum, insan neye yönelirse ruhen ve bedenen o yönde yaşantılarla karşılaşır. Okuduğunuz kitapta bile ilgilendiğiniz bir konuyu bulursunuz aniden, sadece polisiye okuduğunuzu sanarken. Biryerde çay içerken, bir parkta otururken bir bakarsınız hayata sizinle aynı pencereden bakan biriyle karşılaşmışsınız. Şimdi gelde inanma kuantum teoremine. Bana hiç te saçma gelmiyor düşüncelerimizle birşeyler yaratmak haşa ama oluşmasına aracı olduğumuz. Belki tanrı düşünce ve hareketlerimizi dua olarak kabul ediyor ve ona göre oluşturuyor yaşantılarımızı. Belki Onun bize bahşettiği çok güzel bir yetenek bu istemenin ve yönelmenin gücü. Sonuçta özgür irade reddedilemez bir gerçek, öyle olmasa nasıl özgürlükten ve sorumluluktan söz edebilirdik. Yani kısaca diyorum ki; sadece yaptıklarımızdan değil, düşündüklerimizden ve isteklerimizden, hayallerimizden de sorumluyuz. Belki bu yüzdendir dinimizde bedduanın yasak olması ve hayır duanın tavsiye edilmesi. Hatta bu yüzden haset etmenin yasaklanması.