7 Ekim 2010 Perşembe

İÇİMDEKİ KİM?

     İçimde biri var biliyorum, benden başka, benden bilge. Mantıkla hiçbir sonuca varamadığım sorunlarıma şıp diye çare buluveriyor, düşünerek anlayamadığım herşeyin anlamını o zaten biliyor, tek ihtiyacım dönüp ona sormak aslında. Ama bize öyle unutturulmuş ki o içimizdeki ben, herşeyin cevabını dışarda arar olmuşuz ve yanlışların uçurumuna yuvarlanıvermişiz birden. Uzun zaman önce biryerde okumuştum, öğrenmek aslında bildiklerimizi hatırlamaktır diye. Eğer bu söz tamamıyla doğruysa, eee o zaman zaten içimizdeki o kişi biliyor bunun cevabını. Galilba Einstein söylemişti, tüm icatlar aslında birer ilhamdan ibarettir, düşünerek hiçbir yenilik üretilemez diye. Ya da doğada zaten var olan birşeyi görmeye başlamaktır aslında icat dediğimiz. Çocukken Allah vardır diye deliller gösterilmeden önce de ben biliyordum zaten O'nun varlığını, içimdeki ben söylemişti kulağıma çok önceleri. Gördüğümüz anda birine güvenip güvenmeyeceğine karar veren odur, bir başka seferde ilk görüşte aşık olan, biz daha kaşını gözünü tartıp dururken. Hiç yalnız kalmam bu yüzden, sürekli benimle konuşup durur, çevremdeki algıların kritiğini hep onunla yaparım ben. Duyduğum, düşündüğüm herşey için mutlaka söyleyecek birşeyi vardır onun. Akıl diyorlar kimileri buna ama bence yanlış, akıl eğer oysa peki o zaman dışardaki dünyayı algılayan kim. Sakın kimse beyin, kalp, hafıza falan diye maval okumasın bana, bunların hepsi sonuçta birer et parçası ve hatta elle tutup gözle göremediğimiz subjektif olgular değil midir? Gözlerimiz dışardaki objelerin elektriksel uyarılarını alıp beyne iletiyor, peki o karanlık yerde bunca ışığı ve rengi gören kim? Tamam biliyorum, bu kalıbın içinde kumanda masasında oturup bizi idare eden biri var, peki ona sürekli fısıldayıp duran ve hiç susmayan bu ses kimin? İşte tüm bu sebeplerden ben diyemiyorum sadece sanki içimde birden fazla ben var, bu yüzden mi BİZ der acaba büyükler, bizim el yordamıyla bulmaya çalıştığımız birşeylerin fevkinde olarak.

Hiç yorum yok: