11 Mart 2010 Perşembe

HİÇBİRYER

Kucağında çocukla otobüste gidiyordu. Nereye gittiğini bilmiyordu, zaten farketmezdide. Çünkü artık heryer aynıydı onun için. Hiçbiryerin farkı yoktu. Artık gidecek biryeri, gidecek kimsesi yoktu. Peki iyide nereye gidecekti? Bu otobüste belki yarım saat daha yolculuk yapacaktı. O yarım saatin hiç bitmemesini istiyordu umutsuzca. Hani güzel anlarda zamanın hiç geçmesini istemeyiz ya. Tabiki bu seferki mutluluktan değil de sonra ne yapacağını bilememekten kaynaklanıyordu. Kucağında küçücük çocukla gencecik bir kadın gece yarısı nereye gider. Bu soruya cevap yoktu işte.... Karakola gitmeyi düşündü, sonra bunu biraz erteledi, belki daha uygun biryer bulabilirim diye düşünmeye başladı. Gece saat onbir otuz. Topkapı minibüs duraklarının ortasında dikiliyorlardı. Kocamustafapaşadaki bir ahbabını hatırladı. Onun için bir şans olarak duldu bu arkadaşı, yani gecenin o saatinde daha kolay kapısını çalabilecekti. Bir umut belirdi içinde hayatının geri kalanı için ufakta olsa bir ışık görmeye başlamıştı. Şu en zor anında bile ona böylebir alternatif sunan güce sığınabileceğini düşündü. O yarattığı bir karıncadan bile vazgeçmiyordu, en şerefli yaratıkları içinde yer alan bir anneyle bir bebekten mi vazgeçecekti. Gençkızlığa adım attığı ilk yıllardan beri yaşadıklarını düşündü, bir çocuk olarak dayanmaya başladığı bu hayata şimdide sonuna kadar dayanacaktı, üstelik şimdi iki kişi için dayanmak zorundaydı. Çünkü o kendisi için hiçbirşey yapamazdı.
Eline sımsıkı yapışmıştı yavrusu hayata olan tek bağı buydu. Daha sonra kendi ayakları üstünde duracak yaşa geldiğinde bile hala elinden sımsıkı tutmaya devam edecekti kızı. Ve gün gelip anne olduğunda hala kızının elinden tutmaya devam edeceğini biliyordu annesi.

Hiç yorum yok: